Feleğe Bir Sitem ya da Emrah’tan Bir Nidâ

“Felek   çakmağını  üstüme çaktıBeni  bir onulmaz derde bıraktıVücudum şehrini odlara yaktıYandım  ataşına su leyli leyli” mısralarında söylendiği gibi,  “Feleğin çakmağını üstüne çaktığı “ nice dertli, nice bedbaht insanlar vardır… Ne var ki onlar; Âşık Emrah ve benzerleri gibi, böylesine yürek yakıcı, böylesine gönül paralayıcı mısralarla, çektikleri sıkıntıları, feleğin onlara ettiğini dile getiremezler. Zira bu bir gönül ve yürek işidir. İkisinin bütünleşmesiyle ortaya çıkan bir aşkın, acının ve ayrı düşmenin neticesinde ortaya çıkar ve nesilden nesile, dilden dile aktarılarak, yüzyıllar içinde bize kadar gelir.İsmail Bingöl’ün kaleminden…

Feleğe Bir Sitem ya da Emrah’tan Bir Nidâ

Erzurum'lu Emrah“Felek   çakmağını  üstüme çaktı
Beni  bir onulmaz derde bıraktı
Vücudum şehrini odlara yaktı
Yandım  ataşına su leyli leyli”
mısralarında söylendiği gibi,  “Feleğin çakmağını üstüne çaktığı “ nice dertli, nice bedbaht insanlar vardır… Ne var ki onlar; Âşık Emrah ve benzerleri gibi, böylesine yürek yakıcı, böylesine gönül paralayıcı mısralarla, çektikleri sıkıntıları, feleğin onlara ettiğini dile getiremezler. Zira bu bir gönül ve yürek işidir. İkisinin bütünleşmesiyle ortaya çıkan bir aşkın, acının ve ayrı düşmenin neticesinde ortaya çıkar ve nesilden nesile, dilden dile aktarılarak, yüzyıllar içinde bize kadar gelir.

İsmail Bingöl’ün kaleminden…


Ömür bir hicran tarihidir âşıklar için… Onlar için; kavuşmalar değil de, ayrılıklar boy verir, döner dolaşır ufuklarında… Ve onlar ki; sadece kendilerinin değil, yaşadıkları coğrafyadaki bütün insanların acılarını, hüzünlerini, umutsuz sevdalarının onlara ettiklerini derinlemesine hissederler yüreklerinde ve Hak vergisi yeteneklerini, dünya görmüşlükleriyle birleştirerek; hissiyatlarına tercüman olurlar. Kadere teslim olmuşluğun tevekkülüyle yapacak bir şey olmadığını bilseler dahi, yine de bunu birine karşı haykırmak, ondan hesap sormak ve yüreklerini soğutmak isterler. İşte bizim kültürümüzde bunun adı “felek”tir ve yüreklerini dar eden aşk acısını, gönül yarasını ses ve söz haline getirerek; bir top ateş halinde feleğe gönderirler.

Âşıkların söze biçtikleri görev büyüktür. Hem öylesine büyüktür ki; felekten bir ses çıkmasa bile, dinleyenini, işitenini asırlar sonrasında bile yakar, kavurur, kendinden geçirir ve “Bu nasıl acıdır ki böylesine akıl almaz bir söyleyişe ve inleyişe dönüşmüştür?” diye hayretler içinde bırakır. “Bu benzetmeler nasıl yapılmıştır, bu ateşten kelimeler nasıl yan yana getirilmiştir Allah’ım!” dedirtir. Bu söylenen gerçekten sadece bir söz müdür; yoksa bu dinlenen, kelimelere giydirilmiş ateşten bir elbise midir ki; düştüğü yeri yakar, kül eder adeta… Bu nasıl kelâmdır ki, içinde hem inleyiş, hem ağlayış, hem ayrılış ve hem de kadere boyun eğiş vardır.

“Felek çakmağgını eyledi çengel
 Yâre gidem dedim, koymuyor, engel
 Ölürsem sevdiğim üstüme sen gel
 Gözün yaşı ile yu leyli leyli”

Bu sözlerin sahibi Emrah; âşıkların gözdesi, sevenlerin, bu yolda ömür tüketenlerin, başlarını aşk yoluna koyup, kanlarını akıtanların tercümanıdır. Çileden geçmişlerin, acıda pişmişlerin üstatlarından biridir ve kendisi de bu vadiden geçmiş olup, mâşûk peşinde nice yollar katedendir. Dûçar olduğu aşk derdi onu memleketinden çekmiş götürmüş ve gurbet ellerde toprağa gömmüştür. Birçok âşık gibi onun da mezarı gurbet ellerde sahipsiz kalmış ve hatta yok olmuştur. Hemşerisi olan Aşık Yaşar Reyhani’nin söylediği gibi; “Hakkı merhum sürgün Emrah mezarsız” kalmıştır.

Hikâyenin burası çok hazin olsa da; yine de teselli bulacak bir yanı vardır. O da; sözlerinin yürekten yüreğe, gönülden gönüle, yöreden yöreye taşınarak ta bu günlere kadar gelmiş olmasıdır. Günümüzde bile; söylendiği mekânı sevginin ve insanlığın sesiyle doldurmakta, dağlardan taşlardan ses vererek, toprağımızın her bir yanında yankılanmaktadır. Emrah ve onun gibilerin sesi yükseldikçe türkülerimizde, yaşadıkça ovamızda, bağımızda, haykırdıkça feleğe bin bir sitemle; biz de aşkın ve bu milletin ilelebet yaşayacağına daha çok inanacağız.

Emrah’ın, Erzurum’un Tambura köyünde ne zaman doğduğu belirsizdir. Yalnız araştırmacıların bildirdiğine göre; Erzurumlu Erbâbi ile aynı yüzyılda yaşamış olduğuna bakarak; 1781-1786 seneleri arasında doğduğuna hükmedilebilir.

Emrah da, diğer âşıklar gibi, köylerine gidip gelen âşıkların söyledikleri ve onlar hakkında duyduğu hikâyelerin etkisi altında büyür. Bu sebeple seyahat etme arzusuna kapılır. Küçük yaşta köyünden ayrılır ve medrese eğitimi için Erzurum' a gelir. Arapça ve Farsça sözcükleri, deyimleri öğrenmeye çabalar, aruz veznindeki ses dalgalanmalarını sezinler gibi olur. Fakat daha fazla dayanamayarak köyüne geri döner. Zira içindeki aşk, bir yerde devamlı olarak kalmasını engelleyecek kadar büyümüştür. Onun için de; köyünde de duramaz ve kendisine yabancı geldiği hissine kapılarak, yollara düşer.

Kader artık bir gezgin olarak çizmiştir onun yolunu… Bayburt ve Gümüşhane'ye uğrayarak Kop üzerinden Trabzon'a varır. Pazar kapısındaki Mazlumoğlu'nun kahvesinde saz çalıp yöre halkının gönlünde yer eder. Burada bir kıza âşık olur, ama ailesi vermez. Bunun üzüntüsüyle tekrar köyüne döner. Ancak duramaz yine buralarda… Tekrar yollara düşer… Kastamonu, Konya ve Niğde civarlarında dolaştıktan sonra Sivas'a ulaşır. Bu arada evlilikleri de olur. Fakat bunlar âşık olduğu kişiler olmadığı için, yüreğinin sesi onu elden ele, yöreye yöreye sürükler. Sivas’a düşer yolu… "Gelmeseydim keşki sağlık ile Sivas'a ben" diye şikâyet etse de, burada uzun süre Bengiler de Saatçıoğlu hanesi'nde kalarak, havuzlu kahvede Sivaslıların gönlünde taht kurar. Bu sırada Mahi isminde genç bir dula gönlünü kaptırır. Yörenin hatırı sayılır kişilerinden Hacı Ali Bey sayesinde Mahi Hanımla evlenir. Uzun yıllar mutlu bir hayat sürerler. Mahi Hanımın ölümü Emrah’ı  Sivas'tan ayrılmaya mecbur kılar.

“Bize gam yutturdu sahha-yı hicran
Bilmem bu ayrılık gider mi böyle
Ben mi tedbirimde eyledim noksan
Yoksa tecella-yı kader mi böyle”

diyerek, Sivas'tan ayrılıp, Tokat’ın ilçesi Niksar'a gelir. Ne var ki artık yaşlanmıştır. Diyar be diyar dolaşacak derman kalmamıştır bedeninde… Niksar'da da “Acın Kızı” denen yaşlı bir kadınla evlenir ve ömrünün sonuna kadar burada kalır ve burada vefat eder. Erzurumlu Emrah’ın, doğum tarihi gibi ölüm tarihi de ihtilaflıdır. Ancak birçok araştırmacı tarafından âşık bu dünyadan göçtüğünde, tarihin 1860 yılını gösterdiği kabul edilmektedir.


“Her an dilimdedir Hak’kın kelâmı
Uğra dost eline eyle selâmı
Tenhada görürsen Emrah canânı
Daim hatırında o leyli leyli”
diyerek, halinden haber veren ve gönlündeki bitmeyen sevda ateşiyle ötelere göçen koca âşığı, kültürümüze kazandırdığı bu ölmez mısralardan ötürü bir kere daha minnetle, saygıyla anıyor ve onun hakkında yazdığımız “Söylenir Sözü Emrah'ın” başlıklı şiirle bitiriyoruz yazımızı:

 

Çağdan çağa sesi gelir / Şu bizim Koca Emrah'ın / Niksar'dan kokusu gelir / Şu bizim Hoca Emrah'ın... / Palandöken ona kucak, / Âşıklıkta sönmez ocak, / Yedi köşe, dört bir bucak, / Bilir ününü Emrah'ın... / Aşk oduna yanmış her an, / Türkülerde olmuş nihân, / Can özünde tütmüş canân, / Savrulmuş külü Emrah'ın... / Her güzele meftûn olmuş, / Gün be gün sararmış solmuş, / Feryadı cihânı tutmuş / Kulakta sesi Emrah'ın... / İnci dökülmüş dilinden, /     Kimse bilmemiş halinden, / Çekmiş nâdânlar elinden, / Büyümüş derdi Emrah'ın... / Çöllerdeki vaha gibi, / Âşıklıkta dehâ gibi, /     Erişilmez bahâ gibi, /     Şiirde sözü Emrah'ın... / Türkülerde sesimizdir, / Şarkılarda sözümüzdür, / Yürekteki özümüzdür, / Bu yolda dili Emrah'ın / Aşk için gelmiş nevbete / Göçmüş gitmiş  ahirete, / Bundan böyle kıyamete, / Söylenir sözü Emrah'ın...

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.