‘Alamancı’ların gurbet treni

Almanya  ve Türkiye arasında imzalanan İşçi Alımı Anlaşması’nın 50. yılı çeşitli etkinliklerle kutlanıyor. Kutlamalar hem Türkiye’de, hem de Almanya’da devam ediyor. Peki Türkiye’den Almanya’ya göçün üzerinden geçen 50 yıl da kimi işçi, kimi mülteci olarak gidenler, geriye dönüp baktıklarında neler düşünüyor? Göç etme nedenlerini nasıl açıklıyorlar?

‘Alamancı’ların gurbet treni

Almanya  ve Türkiye arasında imzalanan İşçi Alımı Anlaşması’nın 50. yılı çeşitli etkinliklerle kutlanıyor. Kutlamalar hem Türkiye’de, hem de Almanya’da devam ediyor. Peki Türkiye’den Almanya’ya göçün üzerinden geçen 50 yıl da kimi işçi, kimi mülteci olarak gidenler, geriye dönüp baktıklarında neler düşünüyor? Göç etme nedenlerini nasıl açıklıyorlar?

60’lı yıllarda, akın akın Almanya’ya göç edenlerin hikâyesini Aksiyon dergisi için kaleme alan Fatih Uğur, yazısında 42 yıl önce Bayburt’tan Almanya’ya göç eden Sabahattin Coşar’a da yer veriyor…

Fatih Uğur / Aksiyon

50 yıl önce Sirkeci’den Almanya’ya hareket eden trenin içinde gurbetçilere eşlik eden sadece ayrılık acısı vardı. Geçen hafta aynı yerden kalkan ‘gurbet treni’ ise yarım asırda biriken anıların yanı sıra alınan mesafenin gururunu da taşıdı.

*

Gazeteci Stephen Kinzer, Hilal ve Ay kitabında Anadolu insanının dünyaya açılmasını anlatırken şöyle der: “Türkiye’de köylerde ve kasabalarda mutlaka bir Alamancı, bir de Koreli vardır.” Kinzer bu iki kesimi ülkenin dışa açılmasının sembolü olarak tanımlar. Belki bu tespite hac yolculuğunu, merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın atılımlarını, son 20 seneye damgasını vuran Türk okullarını ve gönüllüler hareketini eklemek lazım. Türk vatandaşlarının ‘gurbet’ hikâyelerinin başlangıcında 50 yıl önce gerçekleştirilen Almanya yolculukları yer alıyor. Türkiye-Almanya iş gücü değişiminin 50’nci yılında, TRT’nin Sirkeci Garı’ndan yola çıkan Almanya Treni ile yıllar önce tahta bavullar ve kara trenle yapılan seyahatin izleri sürüldü. Sirkeci’den başlayan, Edirne Kapıkule-Plovdiv-Sofya-Belgrad-Zagrep-Salzburg-Münih’e uzanan yolculuğun yarım asırlık hikâyelerine ve son yolculuklarına şahit olduk.

En ilginç öykülerden birini 73 yaşındaki Mehmet Ali Zaimoğlu’ndan dinliyoruz. Afyon’un Dazkırı kazasında yaşayan Ali Amca’nın hikâyesi 1959-61 döneminde askerliğini yaptığı İstanbul’da başlar. Kışladan çıkıp Cağaloğlu’nu mesken tutan Zaimoğlu, Amerika, Avrupa’ya gidecek işçiler için hazırlanan kılavuzu okur. Askerlik biter, köyüne döner. Ağabeyi Necmettin de Kore Savaşı’nın gazilerinden biri olarak memleketine dönmüş ancak bir türlü hastalığını yenememiştir. Kısa süre sonra vefat eder. Filmleri aratmayacak dram bundan sonra başlar. Büyükler, onun ağabeyinin hanımıyla evlenmesini ister. Altı ay köyünden beldesinden uzaklaşan Ali Zaimoğlu, geleneğe ve büyüklerin sözüne karşı çıkamaz. Ancak bir süre sonra kendini İstanbul’da bulur. Askerde öğrendiği elektrikçilik önce İstanbul’da sonra Frankfurt’ta iş kapılarını aralar. Almanya işçi bulma kurumuna ilk giden mektuplardan biri Ali Amca’nınki olur. Davet mektubu gelir. 2 Ocak 1961’de de Sirkeci’den Almanya trenine biner. Kapıkule’ye yaklaşıldığında trenin arka vagonlarında sadece iki kişi kalmıştır. Biri Ali Amca, diğeri sınırı geçmeden inmek isteyen Kadir Amca. İkisi birbirinden cesaret alıp yola devam etme kararı alır. Frankfurt’ta 12 sene çalışacağı elektrik fabrikasına kapağı atar.

5 Ocak’ta başlayan Almanya hayatında, birçok Almanla ahbaplık yapacak hâle gelen Ali Amca, 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra Anadolu insanının kurtuluşu yurtdışında bulduğuna inanıyor. ‘Alamanya’ bir nevi alternatif dünya hâline geliyor. Başbakan Adnan Menderes’in idamını Bild gazetesinden Alman iş arkadaşlarından öğrendiği anı hiç unutamamış. II. Dünya Savaşı’nın mağlubu Almanya’nın işçi alımı kararıyla Türkiye üzerinden kurulan ortaklığın ülkemize Avrupa kapılarını açtığını düşünüyor. İlk yıllarda yaşadıkları tüm sorunlara rağmen Alman halkının kendilerini hoş tuttuğunu, bugün yaşanan İslamofobianın (İslam korkusu) ise karşılığı olmadığını, bu korkuyu anlamlandıramadığını söylüyor. Üç çocuk babası Zaimoğlu, kendi nesillerinin aile yapısını muhafaza edememesi sebebiyle büyük sıkıntılar yaşadığını düşünüyor. Gurbetçilerin maddi manevi katkılarıyla Türkiye’nin kalkınmasında payı olduğunu düşünüyor. “Darbe dönemlerinin dışarıda, başka ülkelerde nasıl yaşandığına en iyi biz şahit olduk. Demokrasinin olmadığı yere refah gelmedi, memleket evlatları yıllarını yitirdi” diyor. Osmanlı’nın Balkanlarda ve Kafkaslarda bıraktığı müktesebatın her zaman karşılarına çıktığını, diyalog kurmalarını kolaylaştırdığını anlatıyor. Kafkas Harbi’nde Rusların elinden Osmanlı askerlerinin kurtardığı bir Alman subayın kendisine hediye ettiği 60 marklık ayakkabıları ise hayırla yâd ediyor. İlkokul mezunu Ali Amca, 50 yılın hikâyesini Almanca ve Türkçe iki ayrı kitap hâline getirmiş.

Yıllarca Türkiye’den Almanya’ya işçi taşıyan Almanya Treni’ne 10 yıl sonra binen Hasibe Altın ise arkasında gözü yaşlı bir kız çocuğu (2 yaşındaki Melek) ve eşini bırakır. 9 Ocak 1970’te akşam karanlığında bindiği tren 4 gün sonra Almanya ile tanıştırır onu. “Elim terziliğe yatkındı” diyen Hasibe Teyze şimdi 71 yaşında. Sinop Erfelek’e bağlı Balfakı köyünde diktiği gelinlikler iş referansı olur. Biraz kilolu olması yüzünden geri gönderilmek bile istenir. Çalışkanlığı ve el marifeti sayesinde kalır Almanya’da. Üç ay boyunca kimseciklerden haber almadan yalnız başına ve üstelik bir kadın olarak geldiği ülkede çileli günler geçirir. Üçüncü ay sonunda terzihanede eline tutuşturulan mektubu bir türlü açamaz. Acı haber vardır zarfın kokusunda. Babasının ölümünü haber vermektedir mektup. Ancak aylar geçmiştir ölümün üstünden. İzin alır döner Türkiye’ye. Kızı Melek’i 12 yaşına geldiğinde yanına alır. Eşi Sabahattin Bey ‘Alamancı’ olmak istemez. O yıllarda hep kara trenle yapılır Sirkeci-Münih seferleri. “Tren düdüğünü çaldığında içimin yağı erirdi” diyor o zaman yaşadığı ayrılık acısını ve hasretini anlatmak için. Yine de büyük bir tevekkül içinde kendilerine kattıklarından dolayı Almanya’ya teşekkür ediyor.

50 yıl sonra yaptığı yolculukta TBMM Başkanı Cemil Çiçek, milletvekilleri ve gazetecilerle geçirdiği dakikaları ise ‘rüya gibi’ diye tanımlıyor. 14 yıl önce eşini kaybeden Hasibe Teyze’nin yürek burkan anılarından biri 4 yaşından itibaren anaokulundan dönüşlerinde eve kendisi girmek isteyen küçük kızının boynuna taktığı anahtar. “Hem çalışıp hem çocuklarımı okutmam gerekiyordu” diye anlatıyor o günleri: “Evim barkım olsa gitmezdim, yokluğun derdi yollara düştük, kader…” Önce umre, sonra hac vazifesine niyetlenmiş, “Nasip” diye bitiriyor sözünü. Arkadaşı Nuriye Güçbilmez 1969’da hamile hâliyle Almanya’ya gelmiş. Şükriye isimli kızı ile iki oğlu da Almanya’da birer yıl arayla dünyaya gelince, önce ev işleri yapmış, daha sonra anaokulunda hizmetli olmuş.

Muhtat Mıhmat 73 yaşında. Kayseri’den, önce Belçika’ya gelmiş. Madenlerdeki çileli işçiliğe dayanamayıp Almanya’ya geçtiğinde orada kalmış. İsminin manasını sorduğumuzda anlatıyor: “Aslı Mithat. Pasaporta yanlış yazdılar, öyle kaldı. Düzeltin dedik, tekrar para istediler. 200 lira saymışız, üstelik tarla sapan ne varsa satmışız. Para yok. Kalsın dedik, Muhtat kaldık.” Lisan bilmediği hâlde Almanya’da havalimanlarında 30 seneden fazla çalışmış.

Bayburt’un Göldere köyünden yola çıkan Sabahattin Coşar, ağabeyi Seyfettin’in çağrısıyla gurbet yollarına düşmüş. Daha sonra köydeki çoğu gencin Alamancı olduğunu anlatıyor. Metal sanayi ve inşaat sektöründe 42 sene çalışmış. Yolculuğunu “Altı kişi bir kompartımanda dört günlük çileli seyahat” diye tarif ediyor. İlk gidenlere nazaran yabancılık çekmese de dil öğrenme konusunda kendisinde yeterli gayret de görmüyor. Yumurtayı gıdaklayarak istedikleri dönemden, iş adamı, siyasetçi ve yatırımcı olarak ülke nüfuz ve nüfusunun önemli bir bölümüne hitap eder hâle gelen yeni kuşaklara uzanan Almanya serüvenini Türkiye için büyük bir kazanç olarak görüyor. Elli yıl sonra Sirkeci’den kalkan Alman Treni,  acı tatlı hatıraları da canlandırıyor. Dün işçi olarak çocuklarının rızkı peşinden gidenler, şimdi beyin göçünden bahsediyor. Edirne’den girince gördükleri yeni Türkiye ise onlar için ayrı bir gurur oluyor. “Şimdi çocuklarımız, yabancılar beyin göçü ve çalışan olarak bizim ülkemize dönüyor, dönecek” diyor hepsi. Onlara yıllarca Türkiye’de ‘Alamancı’, Almanya’da ‘yabancı’ dendi.

Öyküleri dinleyince Türkiye’nin Avrupa’ya seyahatinin şifreleri, acı tatlı, doğru yanlış yılları sıralanıyor. Yokluk yıllarının Türkiye’sinden günümüze uzanan öyküleri raylar birleştiriyor.

 

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.