“Felsefeyi niçin incelemeliyiz?” sorusunu herkes sormalı. Ama önce felsefeyi tanımlamak gerek.

Felsefeyi eski Yunan filozofları bilgi sevgisi olarak algılıyor ve tanımlıyorlardı. Bu tanım temel nitelikte, ama sonraki yüzyıllarda tanımlar gelişmiş ve değişmiş. Bugün için en net tanımlama şudur bize göre: Felsefe, insanın evren, doğa ve insanlar üstüne derin düşünmesidir. İnsan bunu yaparken akıldan yararlanır, bilimden, sanat ve edebiyattan yararlanır. Yani felsefe bize soru sormayı ve düşünmeyi öğretir öncelikle.

Devrimin teorisini de felsefe ve bilgi ile yaparız.

Bunu yapmada, diyalektik ve metafizik yöntem ayrımları önümüze çıkar. Bu ayrımı iyi anlamak gerek, bunlar bilinmeden hiçbir şey netleşemez, temel tercih ve bakış açıları karşılaştırmalı olarak anlaşılamaz.

Metafizik yöntem, hareket ve değişim gerçeğini bilmez. Fizikötesine bağlar çoğu nedeni ve sonucu. Diyalektik yöntem ise hareketi, maddeyi ve karşıtların savaşını esas alır, çıkarımları bilimseldir.

Diyalektik yöntemin ilkelerini irdelemek ve metafizik yöntemle ayrımını ortaya koymak, doğruya götürür düşüncesindeyiz, bunu yapalım:

Diyalektiğin birinci ilkesi, her şeyin birbirine bağlı olduğu gerçeğidir. Bu, şu demektir, hiçbir doğa olayı, tek başına ve çevresinde oluşan olay ve olgulardan bağımsız oluşamaz, onlara bağlıdır. Burada metafizikle olan farkı ortaya koymalıyız. Metafizik, maddeyi, canlı maddeyi ve düşünceyi birbirinden ayırır. Bu kökünden yanlış bir yaklaşımdır. Beyin maddi olarak olmayınca düşünce olabilir mi? Fizyoloji bilinmiyorsa psikoloji yolunu bulabilir mi?

Ve diyalektiğin ikinci ilkesi: Her şey durum değiştirir. İşte çarpıcı bir örnek: Düşünür Fontanelle, bahçıvanın sonsuzluğuna inanan bir gülün öyküsünü anlatır. Gül, bahçıvanın sonsuzluğuna inanır, çünkü bahçede gördüğü yalnızca odur. Metafizikçi düşüncenin hâli de budur. Oysa diyalektik, yalnız görünümlerle kalmaz, devinimler içindeki oluşumları, işleri sorgular ve algılar. Gül, gül olmadan önce bir gonca idi, açılmış gül, saatten saate değişir, göz onu tam olarak izleyemese de… Yapraklarını istemese de dökecektir. Ama başka güller açacak, sonra onlar da solacaktır. Yani sürekli bir devinim var, durağanlık yok. Bir başka örnek: Bir demir parçasında hep hareket vardır, vardır çünkü bir süre sonra rengi değişip paslanmakta ve çürümeye doğru gitmektedir. Ve mekanik enerji, elektrik enerjisine dönüşebilmektedir. Elektrik enerjisi de kimyasal enerjiye…

Kısacası, hareket maddenin varoluş biçimi… İşin diyalektiği bu. Ve yukarıda söz ettiğimiz dönüşümler, gerçekte hareket halindeki maddeden başka bir şey değildirler.

Enerji dönüşümünün bulunması dışında, evrimin bulunması da hareket kavramına yeni ufuklar açmıştır. Hiçbir zaman hiçbir yerde, hareketsiz madde olmamıştır, olamaz da. Evrende hareket, her gök cisminin üzerindeki küçük kütlelerin mekanik hareketi; ısı, ışık ya da manyetik akım biçiminde moleküler titreşim; kimyasal dağılma ya da bileşim ve organik yaşamla olmaktadır… Evrendeki her madde atomu, her an, bu hareket biçimlerinden herhangi birine ya da birçoğuna birden katılır.

18. Yüzyılın sonunda Kant ve Laplace “evrenin bir tarih olduğunu” buldular. Yani evren durmadan değişir ve onun bir ilk hareket sağlayıcıya gereksinimi yoktur.

Ya toplumlar? Onlar da değişirler. Oysa metafizikçi toplumları değişmez görür, toplumun değişmezliğini bir Tanrı isteği gibi görür. Bu kafaya göre, Tanrı mülk sahiplerinin koruyucusu, serbest piyasanın güvencesidir. Yine de herhangi bir değişme olmuşsa bu bir sapmadır, düzeltilmelidir. Zaman zaman, işine öyle geldiği için metafizik yaklaşıma kayan Burjuvazi’nin durumu çarpıcı bir örnek oluşturur bu bağlamda. 18. Yüzyılda devrimci olan burjuvazi, 19. Yüzyılda tutucu, hatta gerici olmuştur. Burjuva devlet adamı Theirs’in özlemlerine bakınız:

“Laik öğretmenler yerine okullarda yine rahipler ders verse.”
“İnsanlar acı çekmek için dünyaya geldiklerine inansalar, zenginlik ve yoksulluğu Tanrı’dan bilseler…”


Oysa toplumlar sürekli olarak bir değişim içindedirler, tarih boyunca öyle olmuştur, bundan sonra da öyle olacaklardır. İlkel komünal toplum, köleci toplum, feodal toplum, burjuva toplumu, kapitalizm ve sosyalizm… Akış budur… Bu akış daha ilerilere gidecektir.

Ve diyalektiğin üçüncü ilkesi: Nitel değişiklik. Su ısıtıldığı zaman, sıcaklık derece derece yükselir. 100 dereceye ulaşıldığında, su kaynar, buhara dönüşür. İşte burada iki tür değişiklik söz konusu. Isının gitgide artması bir “nicel” değişiklik getirir, ama belirli bir anda su durum değiştirir, niteliği değişir, buhar olur ki, işte bu da “nitel” değişikliktir.

Bunu toplumsal olarak ele alırsak, devrim bir nitel değişiklik, evrimse nicel değişikliktir. Yani diyalektik yöntem evrimci ve devrimci olarak iki hareket tarzı olduğunu söyler. Evrim devrimi hazırlar ve ona ortam yaratır. Ancak şuna dikkat etmek gerek, yalnız evrimi görmek, ona bel bağlamak doğru değildir, toplumsal dönüşümler devrimsiz olmaz. Devrimle reformu birbirine karıştırmamak gerek.

Metafizik düşünce ise nitel değişiklikleri genellikle reddeder, kabul etse bile bunların çoğunu rastlantı ya da mucizelere, doğaüstülüklere bağlar.

Diyalektiğin dördüncü ilkesi, karşıtların savaşıdır. Karşıtların savaşı, değişikliklerin motor gücüdür. “Karşıtlıklar çelişkilerden doğar. Ve her hareket bir çelişkinin, bir karşıtlıklar savaşının ürünüdür. Bitki tohumdan çıkar ve tohum ölür. Bu değişim olmasa yaşam olmazdı. Tohum değişim gücünü kendi içinde taşır. Bu her gerçek için böyledir. Eğer gerçek değişiyorsa, o özünde hem kendisi, hem de kendisinden başka bir şeydir. Yaşam, çiçeklerini ve meyvelerini verdikten sonra neden ölüme yönelir? Çünkü yaşam yalnızca yaşam değildir. Yaşam ölüme dönüşür, çünkü yaşam bir iç çelişki taşır, çünkü yaşam ölüme karşı verilen gündelik savaştır (her an kimi hücreler ölür, başka hücreler onların yerlerini alırlar, ta ki ölüm onlara üstün gelinceye dek)

Metafizikçi, onların derin birliğini, karşıt güçlerin birliğini görmeden, yaşam ile ölümü iki mutlak gibi birbirinin karşısına koyar. Mutlak olarak her türlü çelişkiden arınmış bir evren, kendi kendini yinelemeye mahkûm olurdu, hiçbir zaman yeni bir şey ortaya çıkmazdı. O halde her çelişki, her değişimin içinde vardır.”(1)

Metafizikçi düşünce iç çelişkileri görmez, bilmez, anlamaz, tüm değişiklikleri onların dışındaki nedenlere bağlar. Doğaüstü ve fizikötesi…

Diyalektiğin dördüncü ilkesini insan ve toplum bağlamında düşünürsek, karşıtlıkları ve çelişkileri daha net görürüz, tarih ve bilim bunu net olarak ortaya koyar. Örneklersek, iç çelişkisiz feodalizm, kapitalizm olmaz, bu iç çelişkiler, toplumu devindirir, devrime ve sosyalizme taşır. Peki ya sosyalist toplumda çelişki yok mudur, olmayacak mıdır, olmamış mıdır? Vardır, olmuştur, olacaktır, bu da yeni doğumlar ve değişimler demektir.

Diyalektiğin dört ilkesini böylece anlattım. Şimdi bunu şiirle de ifade edelim. Bu şiiri 80’li yıllarda yazmışım, 1993 yılında yayımlanan “Saman O Yana Buğday Bu Yana” adlı kitabımda da var.

NOKTADAN NOKTAYA

Uzaydan ötesi uzamaz sanma
Uzağa noktayı koyamadık ki
Noktadan noktaya doğru diyorlar
Çemberde kaç nokta sayamadık ki

Mikro evren, makro evren sorguda
Eksi sonsuz, artı sonsuz yargıda
Hiçler sıfır içre sağlam sargıda
Hiç’i sıfırlardan soyamadık ki

Erişime tohum bir titreşim mi?
Varlıkta üç boyut tek bileşim mi?
Yer çekimle basınç etkileşim mi?
Etkisini bir an duyamadık ki

Bir ışık yılında kaç doğum, ölüm?
Kaç kez döndü dünya, dünya kaç bölüm?
Önümde ardım var, ardımda önüm
Sormaya, yormaya doyamadık ki…

1) Georges Politzer-Felsefenin Temel İlkeleri
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.