“Bizim Köylülerin Manzum Hikâyesi” adlı destanımda o da vardır:

“Süleyman Efendi cinsiymiş at'ı 
‘Ha karabaş! Göğsüme göğsüme...’ diye
göğsüne bastırıp öptüğü it'i 
İstanbul'a gitti kanlandı bit'i 
Şaggıl, Aşkale'den trene biner 
Kışın İstanbul'da çalışır döner”

Şaggıl Emi, Şaggıl İsmail… Çocukluğumun Demirözü’sünün ilginç simalarından… Bizim Alevi komşularımız… Annesinin adını da hatırlıyorum, Emine Bacı…

Annem onların dünya ahiret bacıları… Öyle laf olsun diye değil ha, her bağlamda buna sadık olarak...

Babamın da yakın arkadaşı Şaggıl İsmail, birlikte büyümüşler…

Yoksul ve garip ama inadına da nüktedan… 

Onu son gördüğüm günü de hatırlıyorum. Annem ben ve kardeşlerim Erzurum’dan Sivas’a gidiyoruz trenle, ikinci mevkiye bilet almışız, bir kompartıman bizim… Bir ara koridorda annem Şaggıl Emi’yi görüyor… “İsmayil” diyor boynuna sarılıyor. Yüzü asık Şaggıl Emi’nin sakalları uzamış, üst baş perişan…

Üçüncü mevkiye bilet almışlar yer yokmuş, tuvaletlerin olduğu yere bavullarını yığmışlar, orada imişler gelini ve ufacık torunları ile. Annem “Gelin bizim yanımıza Sivas’a kadar beraber olalım” dedi. Geldiler. Fakat bir süre sonra küçük çocuk feryat etmeye başladı. Gelini, “Burası sıcak, sıkıldı, onun için bağırıyor” dedi. Ne yaptıksa susmadı. Şaggıl Emi sinirlendi, kalkıp yine eski yerlerine gittiler. Çocuk orada susmuş.

Sonraki yıllarda babam Sarıkamış’ta Ziraat Bankası Müdürü iken Şaggıl İsmail Emi’nin oğullarından biri asker olarak 9. Tümen’e gelmiş. Babası söylemiş, gelip buldu bizleri. Hafta sonları babam ona izin alırdı bize gelirdi.   
Şaggıl Emi’ye dair anekdotların kimilerini “Gelin Bizi Ayırt Edin Ulan” adlı gülmece öykü kitabıma almışım “Aynada Kapıyı Görünce” başlığı altında, onu sunarak bitireyim, rahmetle anayım onu:

“Sefer görev emri alanları toplayıp askere almışlardı o yıl (1955 yılı Alaca Kurt Tatbikatı). Köyde hiç değer vermediği Rüstem, çavuşu olmuştu İsmail’in; komutanlık taslıyordu durmadan. İsmail hiç saymıyordu onu. Disiplinsiz davranışları bölük komutanının gözünden kaçmamıştı, biri iki uyardı, olmadı, bir gün patladı:

-Ulan İsmail! Bu bölükte senden başka eşşoğlu eşşek var mı?
-Var komutanım!
-Bak bir de cevap veriyor! Kim ulan, bari onu da söyle!
-Bizim köylü Rüstem Çavuş.

Herkes gülüyordu, komutan dahil, Rüstem hariç.

O kısa ihtiyat askerlikte ezilmekten bir espri ile böyle kolayca kurtulmuştu ama, İstanbul’da çalıştığı fabrikada kızlar fena benzetmişlerdi onu.

Sırtında kocaman ağır bir sandık, üst kata taşıyor. Tam üst kata varıyor, fabrikanın kızları arkadan yanaşıp kıçına parmak atıyorlar. Utanıyor, kızıyor, sövüyor, hızla oradan uzaklaşmak istiyor. Kapıyı görüyor ve sandığı vurup açarak girmek istiyor. O da ne? Kapı tuzla buz, arkası duvar. Kristal bir boy aynası varmış tam karşıda. Onun karşısı da kapıymış. Gariban İsmail, kapıyı aynada görmüş.

Yükü alıyorlar sırtından, müdürün yanına götürüyorlar. Müdür ‘Ödersin’ diyor ‘Neden dikkat etmedin, on beş gün yevmiye yok sana, bize çalışacaksın’.

İsmail de şafak atıyor. Demeyecekti ama, şimdi iş değişti, söylemek zorunda:

-O orospular benim götümü parmakladılar, onun için aynadaki kapıya vurdum.

Kurtuluyor böylece, aynanın parasını, parmak atan kızlardan alıyorlar.”
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.