Bakan Ağbal'dan 'Global Yeni Trendler' sunumu

Maliye Bakanı Naci Ağbal, "Türkiye eğer doğurganlık oranlarını yukarıda tutabilirse bugün sahip olduğu genç nüfus avantajını koruyabilecek, yoksa yaşlılık olgusu her ülkede olduğu gibi Türkiye'yi de bekleyen önemli bir gerçeklik." dedi.

Bakan Ağbal'dan 'Global Yeni Trendler' sunumu
Bayburt Postası - Maliye Bakanı Naci Ağbal, Bayburt Üniversitesi'nin 2017-2018 akademik yılı açılış töreninde, "Global Yeni Trendler" başlıklı sunum yaptı.

Bakan Ağbal, dünyada nüfustaki mevcut durum ve gelecekte yaşanacağı öngörülen değişime ilişkin verileri paylaştı.

Dünya nüfusunun artmaya devam ettiğini anlatan Ağbal, artış trendinin her coğrafyada aynı ölçüde olamayacağını, yeni bir demografi haritasıyla karşı karşıya kalınacağını söyledi.

Tüm kıtalarda yaşanacak nüfus değişimlerine ilişkin verileri katılımcılara aktaran Ağbal, bu değişimin çok ciddi siyasal, ekonomik ve kültürel sonuçlarının ortaya çıkacağını ifade etti.

Ağbal, nüfustaki değişimi etkileyen belli başlı önemli göstergeler bulunduğunu dile getirerek, bunlardan en önemlisinin de doğurganlık oranının giderek azalması olduğunu belirtti. Bu göstergenin Türkiye için de önemli sonuçları olduğuna işaret eden Ağbal, doğurganlık oranının düşmesinin nüfus azalmasıyla kendisini gösterdiğini anlattı.

Bakan Ağbal, konuşmasına şöyle devam etti:

"Sayın Cumhurbaşkanımız her zaman ifade ediyor en az üç çocuk. Bu konuyu grafikteki verilerle konuştuğunuz zaman... Zaman zaman AK Parti'nin vizyonunu, hükümetimizin vizyonunu veya hükümetimizin ortaya koyduğu programları anlayamayanları, bu global trendleri yakalayamayanlar olarak gördüğümü söyleyeyim. Cumhurbaşkanımızın doğurganlık oranıyla ilgili üstüne basa basa vurguladığı konu, şu grafikte o kadar çarpıcı ki. Türkiye eğer doğurganlık oranlarını yukarıda tutabilirse bugün sahip olduğu genç nüfus avantajını koruyabilecek, yoksa yaşlılık olgusu her ülkede olduğu gibi Türkiye'yi de bekleyen önemli bir gerçeklik."

"Sosyal güvenlik, sağlık harcamaları artacak"

Yaşlanma oranının artmasına bağı olarak çalışma çağındaki nüfusun oranının düştüğünü ifade eden Ağbal, "Çalışma çağındaki nüfus nedir? 15, 64 yaş arası. 15, 64 yaş arasının oran olarak azalması ne demek? Daha az orandaki kişi çalışacak, üretecek. Daha fazla oranda kişi ne yapacak? Sosyal güvenlik, emeklilik sistemlerine bağımlı gruplar oluşturacak. Bunun ileriki on yıllarda dünya ekonomileri üzerinde çok çarpıcı etkileri olacak." diye konuştu.

Ağbal, 2050 yılına ilişkin Afrika dışında bütün bölgelerde çalışma çağındaki nüfusun azalacağına dikkati çekerek, şu değerlendirmede bulundu:

"Bu aslında Afrika'nın çok ciddi anlamda gelecek on yılların üretim merkezi haline geleceğini gösteren en önemli faktörlerden bir tanesi. Doğu Asya ve Pasifik bölgesinde bile çalışma çağındaki nüfusun hızlı bir şekilde özellikle 2020'den itibaren azaldığını göreceğiz. AB'de çalışma çağındaki nüfus çok ciddi anlamda azalacak. Avrupa'da bir göçmen politikası var eğer bu göçmen ve göç olguları devam ederse buna rağmen 42  milyon iş gücünde kayıp olacak. Göç ve göçmen olguları da olmasa Avrupa'da yaklaşık 96 milyon nüfus iş gücünden çekilmiş olacak. Bunun çok ciddi ekonomik sonuçları da olacak."

Türkiye'de 2020-2040 yıllarında 65 yaş üstü nüfusun, toplam nüfusun yüzde 14'ünü aşacağını belirten Ağbal, nüfusun yaşlandığını, dünyadaki bütün eğilimlere Türkiye'nin de katıldığını söyledi.

Ağbal, demografik değişimin Türkiye açısından ne anlama geldiğini ise şu sözlerle anlattı:

"Yaşlanan nüfus ortalama oranlara bakıldığında, çalışma çağındaki nüfusun azalması önümüzdeki yıllarda ülkelerin kamu maliyesi üzerine çok ciddi yükler getirecek. Sosyal güvenlik, sağlık harcamaları artacak. Yaşlanmaya bağlı olarak daha çok kronik hastalıklar dediğimiz hastalıklar daha fazla sosyal güvenlik bütçelerinden pay almaya başlayacak. Onun için önümüzdeki yıllarda ülke ekonomilerinin yaşlılık olgusuna bağlı kamu harcamalarındaki bu artışı yönetecek tedbirleri bugünden alması lazım."

"Bunu önümüzdeki on yıllar boyunca çok dramatik bir şekilde yaşayacağız"

Türkiye'de ileriye dönük diyabetin konuşulduğunu vurgulayan Ağbal, "Diyabetin Türkiye ekonomisi için Türkiye kamu maliyesi için çok ciddi anlamda ileriye dönük yükleri olacağını şimdiden görebiliyoruz. Üniversitelerimizin bu anlamda yaşlılığa bağlı kronik hastalıkların yönetimi ve bunların önüne geçilmesi, bu kronik hastalıklarla mücadele ve önleyici sağlık alanında mutlaka ve mutlaka çok daha fazla araştırma ve eğitim yapması gerekiyor. Bunu önümüzdeki on yıllar boyunca çok dramatik bir şekilde yaşayacağız." ifadelerini kullandı.

Ağbal, dünyanın gelecek on yıllarda kronik olarak kendisini bekleyen en önemli sorunun iş gücü verimliliğinin azalması olduğunu belirterek, "Türkiye için de bu konu son derece önemli ve hayati. Türkiye'nin de mutlaka iş gücü verimliliğini artıracak çalışmalar yapılması gerekiyor. Bunun en başında da yolu doğurganlık oranlarının Türkiye'nin ihtiyacı olduğu şekliyle yüksek seviyelerde seyrini sağlamaktır." dedi.

Öğrencilik yıllarında kendilerine ilk öğretilenin nüfus planlamasının önemi olduğunu anlatan Ağbal, şunları kaydetti:

"1980'lerde nüfus planlaması adeta bir ülkenin siyasetinin, ekonomisinin olmazsa olmazı olarak anlatılıyor. Çalışma ekonomisi derslerinde hocalarımız bize, 'gelişmekte olan ülkeler eğer kalkınmak istiyorlarsa nüfus planlaması yapması gerekiyor.' diye anlatırdı. Halbuki bugün karşı karşıya kaldığımız gerçekler bize neyi gösteriyor? O gün, o ders kitaplarında bize öğretilenler külliyen yanlış şeyler. Bugün tarih bu kritik eşikte aslında doğurganlık oranlarının yüksek seviyelerde seyrinin ne kadar önemli olduğunu bir defa daha ortaya koyuyor. İş gücü verimliliği meselesi, önümüzdeki on yıllarda ülkelerin büyüme oranlarını belirleyecek en önemli faktör olacak."

Göç ve göçmenlik konusu

Küresel göç ve göçmenlik konularının çok daha önemli hale geleceğini vurgulayan Ağbal, Avrupa ekonomilerinin bu sorunu çözmek için mutlaka daha fazla göçmen çekmek, göç almak zorunda olduğunu söyledi.

Ağbal, gelecek on yıllara ilişkin, nüfusu azalan ülkelerin göçmen ve göç politikalarını yeniden revize ettiklerine dikkati çekerek, şu değerlendirmede bulundu:

"İtalya'da bugün öyle yerler var ki göçmen sayısı yerliden daha fazla hale gelmiş çünkü yaşlanma o kadar artmış ki. Gençler göçmüş o kasabada ekonomik hayatı ayakta tutabilmek için Afrika'dan göçmenler seçilerek getiriliyor. Onun için Türkiye'nin de önümüzdeki dönemde ekonomik büyümede bu ivmeyi daha da yukarıya çekebilmesi için özellikle nitelikli göçmenlerin Türkiye'ye çekilmesi lazım. Türkiye'nin ekonomik olarak kalkınmasının önündeki en önemli unsurlarından bir tanesi olan yaşlanma olgusunu telafi etmek üzere çok doğru, akılcı, yerinde, rekabetçi göç ve göçmen politikaları üretmek suretiyle bir demografik değişimden istifade etmemiz son derece hayati.

"Gelişmiş 7 ülkenin küresel ekonomideki payı yüzde 28'e düşecek"

"Demografideki bu değişimlerle beraber 1990'lı yıllardan itibaren başta küreselleşme olarak ifade edilen, şimdilerde ise bir noktada öcü gibi gösterilen yepyeni bir tarihsel değişimin eşiğindeyiz." ifadesini kullanan Ağbal, "Ekonomide gerçekten güç dengeleri değişiyor yani güç kayıyor. Nereden nereye kayıyor? Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler var, yükselen ekonomiler diyoruz. Gelişmekte olan ülkeler olarak baktığımızda Brezilya, Çin, Endonezya, Hindistan, Meksika, Rusya ve Türkiye. Bunlar gelecekte dünya gayri safi hasılasından çok daha fazla pay alacak ülkeler." diye konuştu.

Ağbal, gelişmiş ülkeler arasında ise ABD, Almanya, Birleşik Krallık, Fransa, İtalya, Japonya ve Kanada'nın bulunduğunu anımsatarak, "1980'de dünyadaki kürsel üretimin, küresel ekonomik büyüklüğün yüzde 51'i gelişmiş ülkelerin elindeydi. O zaman bu gelişmekte olan 7 ülkenin küresel ekonomideki payı yüzde 14-15'di. 2009'da aşağı yukarı denge tersine döndü ve şuanda 2021 için yapılan projeksiyonlara göre gelişmekte olan 7 ülkenin küresel ekonomideki payı yüzde 39'a çıkarken, gelişmiş 7 ülkenin küresel ekonomideki payı yüzde 28'e düşecek. 2050'ye doğru geldiğimizde çok daha bariz bir şekilde artacak." dedi.

Dünyadaki siyaseti, jeopolitiği, ekonomiyi okurken 1960'lardan kalmış bilgilerle, alışkanlıklarla değerlendirmeler yapıldığını belirten Ağbal, şöyle devam etti:

"Türkiye kürsel ekonomideki bu değişimi yakalayacak bir vizyonu yakaladı şu anda Türkiye'nin gerek dış politikada, gerek ekonomik açılımlarda, gerekse bölgesel iş birliklerinde ortaya koyduğu aslında yaklaşımın özü son derece rasyonel çünkü dünya küresel güç dengeleri bakımından yepyeni bir çağın içerisine giriyor. Türkiye bu çağ içerisinde kendisine düşen rolü üstlenmek zorunda. Eski klasik, geleneksel alışkanlıklarımıza dayalı dış politika ritüelleri ile veya dış politika dengelemeleri ile Türkiye'yi bu güç dengesindeki değişimin içerisinde aktif bir oyuncu haline getiremeyiz."

Ağbal, bu nedenle küresel değişimi yakalayan bu vizyonu mutlaka gelecek yıllarda çok daha güçlendirmeleri gerektiğini anlatarak, şunları kaydetti:

"Yükselen ekonomiler dediğimiz bu 7 ekonominin, 2050 geldiğinde dünya hasılatı içindeki payı yüzde 50 olacak ve Türkiye de bu 7 ülkeden bir tanesi. Bu 7 ülke içerisinde daha nasıl aktif olacağız, daha nasıl merkezi konuma geleceğiz biz onun gayreti içindeyiz. Türkiye'nin ortaya koyduğu 2023, 2053, 2071 vizyonu kürsel değişimdeki bu dengeleri son derece önemseyen yaklaşımlar."

Türkiye'nin dış politikasına ilişkin dışarıda herkesin bir şeyler konuştuğunu belirten Ağbal, Türkiye'nin ortaya koyduğu ekonomik performansa ilişkin de herkesin bir şeyler söylediğini ifade etti.

Ağbal, dünyadaki ekonomik fotoğrafın bilinmesi gerektiğini anlatarak, "Bunu görmezsek, bilmezsek, dünyadaki bu değişimi kavramazsak o zaman Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın Türkiye için ortaya koyduğu vizyonu anlayamayız. Zaten anlayamayanlar karşı çıkıyor, ne yapıyorsak hep anlayamayanlar engel koymaya çalışıyor. Biz diyoruz ki Türkiye olarak bu sene yüzde 6 yüzde 7 büyüyeceğiz. Bir ülkenin büyüme oranı o ülkenin gelecek on yıllarda dünya ekonomisinden alacağı payı belirliyor." diye konuştu.

Çin'in geçmişe ve bugüne ilişkin büyüme oranlarını ele alan Ağbal, dünyanın satın alma gücü kalitesine göre en büyük ülkesinin Çin olduğunu anımsatarak, bir ülkenin orta ve uzun vadede yıllık büyüme oranının, gelecek dönemdeki ekonomik gücünü belirleyen en önemli faktör olduğunu dile getirdi.

Ağbal, paylaştığı tabloda, Türkiye'nin potansiyel büyüme oranının yüzde 5-6 olduğuna işaret ederek, "Yetmez. Bizim büyüme oranlarını çok daha yukarılara çekmemiz lazım, 7'ye, 8'e çekmemiz lazım. Bunun için daha fazla yatırım yapmamız lazım. Daha fazla eğitim harcaması yapmamız lazım." dedi.

"2010 yılından itibaren Afrika açılımı başlattık"

Bakan Ağbal, konuşmasına şöyle devam etti:

"Türkiye'nin ekonomik olarak geleneksel ve tarihsel ekonomik ilişkilerini devam ettirmekle beraber bu harita şunu söylüyor; Türkiye küresel ekonomik ilişkilerinin yönünü tek yönlü olmaktan çıkartmak zorunda. Tek başına Avrupa eksenli bir ekonomik büyüme odağı yanlış bir odaktır, yetersiz bir odaktır. Bu harita bize neyi gösteriyor, Türkiye önümüzdeki yıllarda ekonomik ilişkilerinin çeşitlemek zorunda. Nitekim 2010 yılından itibaren Afrika açılımı başlattık. O Afrika açılımını başlatmamızın tabii ki kendimize göre ilkeli bir duruştan kaynaklanıyor ama diğer taraftan sunduğum rakamlar bize ne gösteriyor, 21. yüzyıl Afrika yüzyılı olacak ve Türkiye ekonomik ilişkilerini Afrika'da önümüzdeki dönemlerde çok daha fazla geliştirmesi ekonomik çıkarına. Yine Asya ve Uzakdoğu. Türkiye, Çin, Hindistan, Endonezya, Güney Kore ile yani Asya Pasifik bölgesiyle ekonomik ilişkilerini geliştirmek zorunda."

Dünyanın küresel olarak, Pasifik Okyanusu'nun etrafında kümelenen ülkelerin ekonomik gücü toplayacağı yüzyılın içerisine girdiğini belirten Ağbal, "Asya Pasifik Bölgesi gittikçe önem kazanıyor onun için Türkiye'nin her alanda, ekonomi, turizm, dış ticaret ve eğitim alanında ve jeopolitik iş birlikleri anlamında bu bölgelerdeki değişime ayak uydurması gerekiyor." diye konuştu.

"Küresel ticaretin yönü ve yoğunlaştığı bölgeler farklılaşacak"

Ağbal, ekonomik gücü toplayan bölgelerde refahın hızla artacağına dikkati çekerek şu değerlendirmede bulundu:

"Bugün dünyada her ülkenin veya bölgenin kişi başına milli geliri var. Türkiye'nin gelen noktada kişi başına milli geliri 11 bin dolar. Büyüme oranları hızlı olan ülkelerde kişi başına milli gelir hızla artacak. Afrika'da bin dolar dediğimiz kişi başına milli gelir belki de 2050'ye geldiğinde 10 bin dolara gelecek. Önümüzdeki on yıllarda bu değişimi hangi ülke yakalarsa, bu değişime uygun bir politika geliştirirse o ülkelerde refah artacak. Küresel ticaretin yönü ve yoğunlaştığı bölgeler farklılaşacak." 

Eskiden ticaretin büyük ölçüde Atlantik Okyanusu'nun iki yarısında Avrupa ile Kuzey Amerika arasında yapıldığını anlatan Ağbal, şunları kaydetti:

"Asya Pasifik Bölgesi küresel ticaretin en fazla yapıldığı bölge haline geldi. Eskiden OECD ülkelerinin kendi içindeki küresel ticaret oranı yüksekti şimdi o hızla aşağıya geliyor. Bu neyi gösteriyor? Türkiye küresel ticaretteki bu değişime ayak uyduracak işbirliklerine, politik ve ekonomik açılımlara ihtiyacı var. Şu anda da bunların yapıldığını hepimiz biliyoruz. Bu son derece önemli. Küresel düzeyde yeni işbirliği bölgeleri oluşacak. Biz tek AB'yi biliyoruz. AB, bütün açıklamalar gösteriyor ki önümüzdeki on yıllarda küresel bir güç olma noktasında gücü nisbi olarak azalacak ama Asya Pasifik bölgesinde ve özellikle de Afrika ve bununla bağlantılı Çin ve Hindistan'la ticaret ve ekonomi gittikçe gelişmekte. Bu anlamda Türkiye'nin jeopolitik, ekonomik işbirliklerini, ihracat pazarlarını ve jeopolitik açılımlarını yaparken mutlaka ve mutlaka bu dengelerdeki değişimi dikkate alması gerekiyor."

"Türkiye ekonomisi çok büyük bir dönüşümü, değişimi yaşıyor"

Ağbal, bütün bu gelişmelerin birtakım çözümleri olduğunu aktararak sözlerini şöyle sürdürdü:

"Bugün özellikle ABD'nin yeni yönetiminin göreve geldikten sonra ortaya koymuş olduğu korumacılık yönündeki tavrı, bir popülist tavır olarak görmeyin. Bugün Amerika küresel dengelerdeki bu değişimi engellemek için daha fazla korumacılık talep ediyor. 1990'lı yılların başında gelişmiş ülkeler küreselleşmenin ticareti artıracağını, bütün ülkelerin ekonomik refahını artıracağını ifade ediyordu. Bugün küreselleşme karşıtlığını öne süren ülkeler de gelişmiş ülkeler. Şu anda özellikle ABD'deki mevcut yönetimin benimsemiş olduğu bu korumacılık eğilimi sürdürülebilir ve devam ettirilebilir mi? Sanmıyorum ama bir noktada bu değişimi engellemeye dönük bir çabanın hem ekonomik noktada hem de jeopolitik noktada sürdürülebileceğini görüyoruz. Onun için bugün global siyasette ortaya konulan birtakım agresif tutumların veya birtakım yeni iş birliği arayışlarının arkasında bilin ki bu ekonomik açmazlar ve ekonomik darboğazlar var. Bütün küresel yeni işbirliklerini engellemeye çalışanların bütün çabası aslında bu değişimin önüne geçmektir."

Ele aldığı konuların Türkiye için ne anlam ifade ettiğini de anlatan Ağbal, "2002 yılından itibaren Türkiye ekonomisi çok büyük bir dönüşümü, değişimi yaşıyor. İhracatımız, büyüme oranlarımız hızla artıyor. Türkiye 2002 ile 2017 arasında yıllık ortalama 6 büyüdü ama bu yetmez Türkiye'nin büyüme oranlarını daha da yukarıya çekmesi gerekiyor." diye konuştu.

Ağbal, küresel güç dengesindeki değişimin fırsata dönüştürülebileceğini vurgulayarak, "Bazıları diyor ya 'Eskiden alıştığımız Türkiye vardı, dış politikada, ekonomide standart yaklaşımlarımız vardı. 40-50 yıldır böyle bilirdik. Niye ekonomimizi, jeopolitik ilişkilerimizi, dış politikadaki dengelerdeki durumumuzu değiştirelim ki? Eskiden bildiğimiz gibi gidelim'. Bununla biz bu fırsatları yakalayamayız. Bunun için 2002 yılından sonra Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde AK Parti olarak, hükümetler olarak ortaya koyduğumuz vizyon bugün size anlattığım küresel değişim vizyonunun birebir örtüşük halidir." dedi.

Eğer küresel dengeler değişiyorsa Türkiye ekonomisinin, siyasetinin, jeopolitiğinin bütün bu dengelerdeki değişime ayak uydurması gerektiğini belirten Ağbal, şu değerlendirmede bulundu:

"Bugün Türkiye, Afrika açılımı yapıyorsa, batıdan kopmadan, batıya yüzünü çevirmeden yüzünü aynı zamanda doğuya da çeviriyorsa, kuzeye de güneye de çeviriyorsa velhasıl her yere çeviriyorsa bilin ki bunun tek sebebi bu anlattığım değişim ve dönüşüme ayak uydurma gayretidir. Biz yoksa tek kutuplu, tek yönlü, bilinen, alışılmış yaklaşımlarla Türkiye'yi küresel fırsatlara eriştiremeyiz, küresel fırsatları kullanan Türkiye'ye dönüştüremeyiz."

"Türkiye geleceğin dünyasında ayrıcalıklı konuma erişecek"

Ağbal, bunlar yapılmadığı takdirde olacakları ise şöyle anlattı:

"Fırsat dediğimiz pencere bizim için bir tehdit penceresine dönüşecek, dışa bağımlı bir ekonomiye dönüşme riskiyle karşı karşıya kalırız. İnanıyoruz ki Türkiye geleceğin dünyasında ayrıcalıklı konuma erişecek. Bütün global ekonomik tahminlerde Türkiye ekonomisinin önümüzdeki on yıllarda dünyanın ilk 10 ekonomisi içerisine rahatlıkla girebileceğini gösteriyor. Bizim yapmamız gereken şey ilk 10 ekonomiye gireceksek, bu ayrıcalıklı konuma geleceksek bizim bugünden yarınları kuracak fikre, vizyona, özgüvene ve çabaya ihtiyacımız var. Bunu da inşallah Sayın Cumhurbaşkanımızın hepimize koymuş olduğu vizyon çerçevesinde yerine getireceğiz."

Türkiye'nin ortaya koyduğu 2023, 2053 ve 2071 tarihlerinin belki ilk bakışta çok yerel bir ajanda gibi gözükebildiğine işaret eden Ağbal, "Hayır, tam da küresel ajandaya uyun. 2053'ün dünyasında Türkiye gerçekten güçlü ekonomisiyle, savunma, güvenlik alanındaki gücüyle, teknoloji alanındaki akımlarıyla 2053, 2071 geldiğinde ayrıcalıklı bir konuma erişebilir. Bizim atalarımız tarihimizde her zaman ayrıcalıklı konuma sahip olmuşlardır. Geleceğimizde de ayrıcalıklı bir konuma sahip olmamamız için hiçbir neden yok. Yeter ki biz kendimize güvenelim, birliğimize, beraberliğimize, kardeşliğimize sımsıkı sarılalım diyorum." değerlendirmesini yaptı.

Bakan Ağbal, konuşmasının ardından proje yarışmalarında dereceye giren öğrencilere ve akademisyenlere belge verdi.

Bayburt Üniversitesi Baberti Külliyesi 15 Temmuz Milli Birlik Salonu'nda gerçekleştirilen törene Vali Ali Hamza Pehlivan, AK Parti Bayburt Milletvekili Şahap Kavcıoğlu, Rektör Prof. Dr. Selçuk Coşkun, Belediye Başkanı Mete Memiş ile diğer ilgililerin yanı sıra akademisyenler ile öğrenciler katıldı.


Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Ozan 6 yıl önce

Haberlerde Üniversite adı geçince yorumlarda sürekli başka yerlerden akademisyenin alındığı ve Bayburtlu yetişmiş öğretim elemanı alınmadığını sürekli okuyorum. sanki Bayburt Üniversitesinde garip işler oluyormuş hissi var. Bu tür yorumlar Üniversiteyi eve Bayburt için iyi değil. Bu tür olaylar doğrumu yoksa Üniversite yönetimine atılan bir suçlama mı bu açığa çıkarılmalıdır. Bunu Bayburt un Bakanımı yoksa YÖK mü yapacak onu ben bilemem ama iddiaları dile getirenlerden dinlenip ortaya koydukları deliller ışığında tahkikat yapılmalı ve olay çözülmelidir.

Avatar
Bayburt 69 6 yıl önce

Evet sayın bakanım böyle giderse bayburt işsizlikten ilçe konumuna gelebilir. Burada istihdam edilen akademisyenler (geneli erzurum trabzon), mühendisler (erzurum trabzon..), ve diğer mesleklere bakınca bayburtluların hakkı her yerde yeniliyor. Bize adaletli yöneticiler seçin lütfen. Oransal olarak türkiyenin belki de en fazla göç veren ilidir bayburt. yöneticilerimizin geleceğe yönelik amaçlar konusunda kalıcı elemanları adil bir şekilde istihdam etmelidirler vesselam ... Kolay gele

Avatar
Bayburtlu 6 yıl önce

Golobal ne Allah aşkına attığınız başlığı bi kontrol edin

Avatar
Gençosman 6 yıl önce

Bayburt üniversitesi akademisyen alımlarında Bayburtluların hakkını gaspediyor evet kardeşim belgeleri ile gösterebilirim defalarca hakkı yenen bayburtlu bir vatandaş olarak... İnşAllah bu yanlışlarından biran önce dönerler