1918 yılında bağımsız Azerbaycan Cumhuriyeti kurulmuştur. Aynı yıl yapılan Mondros Silah Bırakışması ile ordumuz Azerbaycan’dan çekilmek zorunda kalmıştır. Azerbaycan’ın bu döneminde, edebi kişiliği de bulunan Cumhurbaşkanı Mehmet Emin Resulzade’nin de çaba, özendirme ve katkılarıyla milli bir edebiyat ve şiir oluşmuştur. Hepimizin yakından bildiği “Çırpınırdın Karadeniz” şarkısının sözlerinin şairi olan Ahmet Cevat, o gün de gönderde bulunan üç renkli Azerbaycan bayrağına, Türkiye Türkçesi’ne son derece yakın olan dizeleriyle şöyle sesleniyordu:

Türkistan illeri öpüp alnını
Söylüyor derdini sana bayrağım
Üç rengin aksini kuzgun denizden
Armağan yollasın yare bayrağım
Gederken Turan'a çıxdın qarşıma, 
Gölgen dövlet quşu, qondu başıma, 
İzin ver gözümde coşan yaşıma, 
Dinletsin derdini aha bayrağım.
Göğsümde tufanlar geldim ileri
Öpüm gölgen düşen mübarek yeri
Allah’ın yıldızı o güzel peri
Getirdin gönlüme sefa bayrağım

Bayrak… O Bayrak 27 Nisan 1920’de iniyordu, iniyordu ama Cumhurbaşkanı Resulzade mecliste “Bir kere yükselen bayrak bir daha inmez” diye inançla haykırıyordu.  Mehmet Emin Resulzade (1884-1955), devlet adamlığının yanı sıra, edebiyat ve tarih araştırmacılığı ile yazarlık da yapmıştır. Onun edebi faaliyetleri hakkında biraz bilgi verelim: Edebi faaliyetlerine 1903 yılında Şarki Rus gazetesinde yayımlanan mühemmes şiiri ile başlayan Mehmet Emin Bey’in 1908 yılında “Karanlık Işıklar” adlı oyunu sahneye koyulmuştur. Yazarın bundan başka “Nagehan Bela” adlı bir oyunu daha vardır.

1911 yılında İstanbul’da bulunduğu sıralarda Türk Yurdu Dergisi’nde çalışmıştır Resulzade. Türk Yurdu’nda, “İran Türkleri” ve “İran Tarihçeyi İnkılabı” adlı makaleleri yayımlanmıştır.

1915-1918 yılları arasında Bakû’da yayımladığı “Açık Söz” adlı gazetede Resulzade, siyasi yazıları yanında, bedii ve edebi yazılara da yer vermiştir. O’nun en önemli eseri ise “Çağdaş Azerbaycan Edebiyatı”dır. Bu eserin ilk baskısı 1936 yılında Berlin’de, genişletilmiş ve olgunlaştırılmış son baskısı ise 1951 yılında Ankara’da yayımlanmıştır. Resulzade öz yurdundan uzakta kardeş toprağı Türkiye’de üç kez Azerbaycan diyerek son nefesini vermiştir.

Azerbaycan Cumhuriyeti, 27 Nisan 1920’de, Mustafa Kemal Paşa’ya, Anadolu’ya yardıma gidilecek bahanesiyle ülke topraklarına girişine evet denilen 11.Kızılordu’nun işgali ile son buldu. Bu dönemde Azerbaycan’ın başına getirilen Neriman Nerimanov, Moskova’dan bağımsız bir politika izlemeye çalıştı. Anadolu’ya, Türk Kurtuluş Savaşı’na büyük yardımlarda bulundu. Kendisinden borç isteyen Atatürk’e yazdığı bir mektuptaki  “Gardaş gardaşa borç vermez el tutar” sözü, Türk Tarihi’ne yazılmadı, adeta kazıldı. Neriman Nerimanov, sonraki yıllarda Azerbaycan’ın başından alınıp Moskova’ya çağrıldı; bir ziyafette yediği yemekten zehirlenerek hayatını yitirdi.  Neriman Bey de Resulzade gibi edebiyat ve kültürel çalışmaları ile tanınmakta idi. Ana diline hor bakanlardan nefret ediyordu O. Bakû’daki okullarda öğretmenlik yapmıştı önceleri Dr.Neriman Nerimanov. Özel eğitici yaz kursları açmıştı çocuklara. Tiyatro oyunlarını sahneye koymuştu. Çok sayıda sanat derneğinin kurucusu ya da destekçisi olmuştu. Adını Resulzade’nin koyduğu “Hümmet” adlı dergiyi çıkarmış, aynı adlı Bolşevik eğilimli örgütün de öncülerinden olmuştur. Azerbaycan tarihinde ilk halk kütüphanesini de Bakû’da o açmıştı. 1894 yılında “Nadanlık” adlı oyunu yazdı Nerimanov. Bunu “Dil Belası Yahut Şamadan Bey” adlı komedi ve “Nadir Şah” adlı trajedisi izledi. Gogol’un Müfettiş’ini Azerbaycan Türkçesine çeviren odur.  Azerbaycan realist Roman ve hikâyesinin gelişmesinde N. Nerimanov'un da büyük rolü olmuştur. O'nun “Bahadır ve Sona” adlı romanı Azerbaycan roman türünün ilk ve yetkin örneklerinden biri olarak kabul edilir. Ermeni ve Türk iki gencin aşkıyla birlikte, mensubu oldukları toplumların, acımasız gelenek ve kalıpyargıları sergilenir, bunlarla savaşılması gerektiğine vurgu yapılır.

Azerbaycan Edebiyatı, bundan sonra, SSCB’de uygulanan rejimin ideolojisi ve izlediği sanat politikası doğrultusunda gelişti. Bu arada 1937’de Stalin tarafından uygulanan aydın katliamından Azerbaycanlı birçok şair ve yazar da nasibini aldı. Bunların en belli başlıları Ahmet Cevat, Mikail Müşfik, Hüseyin Cavid’dir. Sonraki yıllarda bunların itibarları iade edilerek bazı yerlere adları verilmiştir.

O yılları “Azerbaycan’ıma Güveniyorum” adlı kitabında Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev şöyle anlatmakta: “Sibirya’nın buzlu toprakları altında binlerce, on binlerce bahtsız insan yatıyor. Onlardan Bazıları ayrı ayrı mezarlara, çoğunluğu ise toplu mezarlara gömülmüştür. 1982 yılına dek oradan kimsenin kemikleri getirtilememişti. Nahçıvan’da iken Hüseyin Cavid’in oyunları Haydar Aliyev’i çok etkiledi. Ülkenin başına gelince, 1956 yılında itibarı iade edildiği halde eserleri hala yasaklı olan Hüseyin Cavid’in mezarını arayıp bulmak için talimat verdi. Sonuçta 1937 yılında Sibirya’ya sürülüp orada hayatını feda eden şairin naşı vatana getirtilip doğduğu Nahçıvan’da toprağa verildi Haydar Aliyev bununla da kalmadı, Cavid’in ev müzesini açtırıp, anıt-mezarını yaptırttı. Doğu’nun Şekspir’ini yeniden Azerbaycan’a döndürüp eserlerini yayımlattı.”

Hüseyin Cavid’in kısa yaşam öyküsünü verip Azerbaycanlılar’ın dilinden hiç düşmeyen “Benim Tanrım” adlı şiirini sunalım: Hüseyin Cavid, ünlü Azerbaycan şairi ve oyun yazarıdır. 1882 yılında Nahçıvan’da doğmuştur. İlk eğitimini Nahçıvan’da aldı. 1894-1903 yıllarında Güney Azerbaycan’da Tebriz’in Talibiye medresesinde eğitimini sürdürdü. 1909 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ni bitirdi. Nahçıvan, Gence, Tiflis ve 1915 yılından itibaren de Bakû’da öğretmenlik yaptı. 1941 yılında, Türkçü ve Türkiyeci fikirlerinden (kızına Turan adını koymuştu, Turan hanım yakın zamanda öldü) dolayı sürgün edildiği Sibirya’da öldü.

Her kulun cihanda bir penahı var,
Her ehl-i halın bir kıblegâhı var,
Herkesin bir aşkı, bir ilahı var,
Benim Tanrım güzelliktir, sevgidir.
Haz etmedim fırkadan, cemiyetten,
Zevk alamam harpten ve siyasetten,
Bir şey duymam felsefeden, hikmetten,
Benim ruhum güzelliktir, sevgidir.
Güzel sevimlidir, cellat olsa da,
Sevgi hoştur, sonu feryat olsa da,
Uğrunda benliğim berbat olsa da,
Son dildarım (gönlümü alan sevgili) güzelliktir, sevgidir.
Güzelsiz bir gülşen zindana benzer,
Sevgisiz bir başta akrepler gezer,
Ne görsem, hangi bezme etsem güzar (uğrasam),
Hep duyduğum güzelliktir, sevgidir.

Azerbaycan şiirine dönersek. Azerbaycan şiir ekolünün temelinin 11. yüzyılda  Getran Tebrizî Ebu Mensur (1010-1080) ve Hatip Tebrizî tarafından atıldığını kabul ediyorlar kimi yazarlar. Getran Tebrizî, şiirlerini Farsça yazmış, Gence’deki Şeddadiler sarayında saray şairliği yapmıştır. Hetip Tebrizî ise, Bağdat’taki Nizamiye Medresesi’nde poetika konsunda dersler vermiştir. Azerbaycan Şiiri’nde 12 yüzyıldan başlayarak, İran Şiiri ile şiilik ve hurufiliğin etkisi olmuştur. Genceli Nizami, Kadı Burhanettin, Erzurumlu Darir ve İmadettin Nesimi’nin yapıtlarında bu durum açıkça görülür. Azerbaycan’da şiirinin ne denli önemsendiğine yukarıda bir nebze değindik, ancak bunları yeterli bulmuyoruz, yeni örnekler de vermek gerek.

Azerbaycan’da şiirin ne denli önemli olduğuna dair bize en önemli ve çarpıcı bilgilerden birini bize, Ali Ve Nino adlı romanında Yusuf Vezir Çemenzeminli veriyor.

27 dile çevrilmiş ünlü bir romandır Ali Ve Nino. Çemenzeminli bu romanda, 1914-1918 yıllarındaki Azerbaycan’ı; anlayış, gelenek, tarihsel ve toplumsal yanlarıyla da aktarır. O yıllara ilişkin, tarih kitaplarının yazmadığı birçok ilginç gerçeği bu romandan öğrenmek mümkündür. Yazar’ın, Azerbaycan’ın Karabağ Bölgesi’nde gördükleri ise, Türk Halk Edebiyatı ve vergi tarihi açısından altın değerinde.

“Karabağ’da hemen hemen her köyün yerel ozanları vardır; bunlar kışın yeni şiirler yazmakla meşgul olur ve baharda halkın arasına çıkarak kulübelerden saraylara kadar her yerde kendi nağmelerini söylemeye başlarlar. Fakat bu köylerden üç tanesi, tamamen âşıkların oturdukları köylerdi ve Doğu’da çok eski zamanlardan beri edebiyata karşı gösterilen büyük ilginin hoş bir tezahürü olarak yerel idareciler buraları vergiden muaf tutuyorlardı. Taşköy, işte bu köylerden biriydi.”

Çemenzeminli’nin Taşköy’de gördükleri oldukça ilginç. İki âşık atışmışlar burada, birbirlerine Aras üzerindeki dolunayın neye benzediğini sormuşlar. Biri sevgilinin cemaline benzetirken, öbürü “hayır” demiş “Şehit olmuş bir askerin kalkanına benziyor”. Atışma sonunda birinci ilan edilen âşık, ötekinin sazını almış elinden, gelgelelim hiç memnun değilmiş bu durumdan, roman kahramanı Ali Han’a, “Eskiden galip, mağlubun kellesini bile uçurabilirdi, şimdi şiir uğruna kan akıtılmasını kabul edecek insan nerede?” diye yakınıyormuş. Yazar diyor ki son olarak: “Âşık ayağa kalktı ve çekip gitti. Yapayalnız, asabi ve suskundu. Karabağ’ın yeşil cenneti içinde, yalnız bir kurt gibiydi.”

Yusuf Akçura “Türkçülüğün Tarihi” adlı eserinde, Ahmet Ağaoğlu’nun yayımlanmamış biyografisinden aktardıkları da yukarıdaki bilgileri doğruluyor. Ağaoğlu, Karabağ Şuşalıdır, çocukluğunda, zengin bir şiir ve musiki geleneğini görmüş, yaşamıştır.

Azerbaycan edebiyatında halk ozanlığının yerinin ne denli büyük olduğunu yukarıdaki anlatım ve aktarımlarımız göstermektedir. Yukarıda sözün bir yerinde, Âşıg Elesger’in adı geçti. Elesger, Azerbaycan âşık edebiyatının en önemli isimlerinden biridir. 1821-1926 yılları arasında yaşamıştır. Onun aşağıya aldığımız şiiri, Azerbaycan halk şiirinin gücüne ve Azerbaycan Türkçesi’nin güzelliğine yeterli bir örnektir:

Çerşenbe gününde çeşme başında
Gözüm bir alagöz hanıma düştü.
Attı müjgan oku (1) keçdi sinemden
Naz ü gemzeleri (2) ganıma düştü.
İşaret eyledim derdimi bildi
Gördüm hem gözeldi, hem ehl-i dildi (3)
Başını buladı (4) gözünden güldü
Gülende gadası (5) canıma düştü.
Elesger’em her elmiden hâlıyam (6)
Dedim “sen dertlisen men yaralıyam”
Dedi “nişanlıyam, özge malıyam”
Sındı (7) gol-ganadım yanıma düştü.

1-Kirpiklerin oku, 2-Nazı ve süzgün bakışı, 3-Gönül ehliydi, halden bilendi, 4-Hayır anlamında salladı, 5-Belası, 6-Her ilimden haberdarım, 7-Kırıldı.

Azerbaycan Türk’ünün, şiirle nasıl iç içe olduğuna bir örnek de SSCB döneminden verelim. Kardaş Edebiyatlar Dergisi’ne yazdığı bir yazıda Prof. Kamil Veli Nerimanoğlu anlatıyor: “Bir gün trenle yolculuk ediyorduk. Ramiz Rövşen, Vagıf Samedoğlu ve ben. Bu yolculukta ben akşamdan sabaha kadar birbirine şiir okuyan iki şairin diyaloguna şaşırdım kaldım. Bir şiir biri okuyordu, bir şiir biri ve böyle sürüp gidiyordu... Sonra Vagıf güle güle şöyle dedi: Şairler de bülbül gibidir, tek başlarına okumazlar, ses sese verip okurlar”.  Söz’e Hazreti Söz diyen Memmed Aslan gibi şairlerin bulunduğu bir ülkede, şairlerin, eski deyimle müşaare etmelerinde (karşılıklı şiir söyleme) şaşılacak bir şey olmasa gerek. Azerbaycanlılar, müşaare etmeye meyhana diyorlar. Süleyman Şenel, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı’nın web-dergisinde meyhana hakkında şunları yazıyor: “Meyhana, gerek yazılı kaynaklara ve gerekse kültür camiasına göre; geçmişi çok eskilere dayanan bir halk sanatıdır. En belirgin özelliği: İçten doğan fikirlerin, bir anda, kimi zaman serbest söyleyişli uzun manzumeler halinde, kimi zaman da mizah anlayışı içinde, ancak; çoğunlukla konuşur gibi bir musiki yoluyla bizzat meyhanaçı tarafından dile getirilmesidir. Meyhana esasen iki kişi arasında yapılan karşılıklı şiir söyleme hadisesi olmakla birlikte, üç-dört ve daha fazla meyhanaçı arasında da, sıralı olarak söylenir.”

Azerbaycan şiiri, tarihsel akış ve gelişmlere koşut olarak 3 başlık altında inceleniyor. Kuzey Azerbaycan Şiiri, Güney Azerbaycan Şiiri ve Azerbaycan Dışındaki Azerbaycan Şiiri.

Kuzey Azerbaycan şiirinden başlayarak inceleyelim, örnekleyelim bunları:
Kuzey Azerbaycan Şiiri

İlk durağımız Gence. Nizami Gencevî, dünya şiirinin dehalarından sayılmaktadır. Bu sayılma, onun adının Merkür gezegeninde bir kratere verilmesine yol açmıştır.

Nizami, Hamsesiyle ün salmıştır. Hamse’yi oluşturan beş eser şunlardır: “Sırlar Hazinesi”, “Hüsrev ve Şirin”, “Leyla ve Mecnun”, “Yedi Güzel” ve “İskendername”. Hayatı boyunca Gence’yi terk etmeyen Nizamî, çok iyi eğitim görmüş, özgür insanı yücelten eserler kaleme almıştır.

12 yüzyılda yaşayan, etki alanı, yaşadığı coğrafya ile sınırlı kalmayarak, İran ve bizim divan şairlerimizi de derinden etkileyen Nizami Gencevî’nin önce Heft-Peyker’inden  dizeler sunalım, sonra da Farsça’dan Azerbaycan Türkçesi’ne aktarılan Hikmet ve Nasihatları’ndan örnekler verelim.

“Sözden güzel evladı
Dünyamız doğurmadı.
Ne yaptıysa yaradan
Kalan bir sözdür andan.
Bilir duyulmazları
Okur yazılmazları.
İnsandan bir yadigâr
Sözdür ancak payidar”
Zehmet feryat değildir bir şadlıktır (1) insana
Zehmetinin ahırı (2) rahatlıktır insana
Hikmet deni (3) septim ki vefa deni cücersin (4)
Hamı (5) algış ohuyup (6) bugün barını dersin
İnsana arkadır onun kemali
Akıldır herkesin devleti varı
Aşkınla ateşe dön, nefretinle buza dön
İlm yolunda güne dön, aya dön, yıldıza dön
Hayat neye gerektir bir hemdemin olmasa
İnsan çetin yaşayar, dosta emin olmasa
Halka divan tutanı divan gözler her yanda
Mazlumların feryadı korkuludur cihanda
Sana birce (7) dilber eder kifayet
Tek kalır çok avrat alan nihayet

1-Sevinç 2-Sonu 3-Tanesi 4-Yeşersin 5-Herkes 6-Alkışlasın 7-Birtek
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.