Selçuklu Türkleri Anadolu’da hükümran olurken, Gazneli Türkleri de Hindistan’da varlık göstermişlerdir. Malum olduğu üzere Selçuklu Devletinin hükümran olmasında ilk temel harç Selçuk Bey'e aittir.

O’nun Selçuklunun kuruluşunda çok büyük emek sahibi olduğu şuradan belli ki daha bu fani dünyadan ebediyete göç etmeden önce de Samanîlerin yardım isteği üzerine Karahanlılara karşı ikinci büyük oğlu Arslan Yabgu komutasında orduyu gönderip zafer elde etmiş bir hakandır. Tabii bu yardım Samanî hükümdarı II. Nuh nezdinde çok bir anlam ifade etmiş olsa gerek ki, karşılığında Buhara ve Semerkant arasında kalan meskûn Nur kasabası civarı Selçukluya yurt olarak verilir de. Zaten Selçuk Bey 1009 yılında Cend şehrinde dar-ı bekaya intikal ettikten sonrada devlet idaresini Arslan Bey yürütecektir. Zira kardeşi Mikail,  Selçuk Bey’in sağlığında vefat etmişti. Dolayısıyla Mikail’e ülke idaresinin başına geçmek nasip olmayacaktır, ama ilerisinde adlarından çokça söz ettirecek iki oğlu Tuğrul ve Çağrı Beyler ülke yönetiminde bulunacaklardır.

Arslan Bey yabgu unvanıyla iş başına geçer geçmez ilk icraat Selçuk ailesini teşkilatlandırmak olacaktır. Hatta bu arada Karahanlı hükümdarı İlig Han Nasr’ın ölümünün akabinde Ali Tegin ile anlaşma yapmayı da ihmal etmez. Ancak bu anlaşma Karahanlı ailesi içerisinde hoş karşılanmayacaktır. Onlar tepki koya dursunlar Arslan Yabgu yerinde bir kararlılıkla itiraz eden Karahanlı aile mensuplarını hezimete uğratıp Buharada hâkimiyet elde etmesini bilecektir. Tabii bölgenin tek hâkimi Karahanlı hükümdarı Yusuf Kadir Han işin ciddi bir boyut kazandığı endişesiyle Gaznelilerle güç birliği yapıp ittifaka girecektir. Artık bu noktadan sonra gözler Selçukluya çevrilmiştir. Nasıl çevrilmesin ki; yukarıda da belirttiğimiz üzere Samanî Sultanı Selçuklu Devletinin ilk kuruluş safhasında çok iyiliğini görmüş ve karşılığında Selçuklunun kendi topraklarına yerleşmesinde hiçbir sakınca görmemişti. İşte böyle bir sıcak münasebetler kuran her iki devletten biri zor durumda kaldığında dost bildiği kardeş ülke üzerine gözlerin çevrilmesi gayet tabiidir. Dolayısıyla Samanî Devleti yıkılsa da Selçuklu ne güne duruyordu, duyarsız kalınamazdı. Sonuçta ortada alternatif güç Selçuklu vardı. Bu durumun farkına varan Gazneli Mahmut tez elden tehlike gördüğü Arslan Yabgu'yu bir hileyle yakalatıp Kalincar Kalesine haps ettirir.

Hani tabiat boşluk kabul etmez derler ya, aynen öyle de Selçuklu elini kolunu bağlamayacaktır,  Arslan Han’ın esir yaşadığı süre içerisinde ortak hükümdar modelini hayata geçirecektir. Böylece ülke yönetimi kurda kuşa yem ettirilmeyip Selçuklu payidar kılınacaktır.  Gerçekten de siyasi kazan kaynadığında Çağrı Bey dağılmaya yüz tutmuş Selçukluyu toparlayacak hamle üzerine hamleler gerçekleştirmesi kayda değer hadiselerdir. Nitekim ilk hamlesi emrinde üç bin kişilik süvari kuvvetiyle birlikte Gazne engelini aşıp Doğu Anadolu sınırlarına kadar dayanmak olacaktır. Tabii bu ilk hamle motivasyonu artırmaya yetmiştir. Ancak bu arada Kalincar kalesinden gelen acı haber Selçukluyu derinden yaralayıp yasa boğacaktır. Nasıl canlar yanmasın ki; Arslan Bey esir edildiği hapishanede vefat etmişti. İşte bu elim vaziyette Selçuklu daha bir bambaşka diriliş tazeleyip acı haberle kaybettiği Arslan Han’a olan bağlılığını Horasan’a ani taarruzda bulunarak yâd edecektir. Böylece bu ikinci hamleyle birlikte Gazneli Mahmud’un ölümü sonrası başa geçen oğlu Sultan I. Mesud Selçukluyu tanımak mecburiyetinde kalacaktır. Fakat bu durum kısa sürecektir. Derken tanıma süreci üzerinden daha dört ay geçmeden yine tarihin seyri, Selçuklu ve Gazneli kapışmasına sahne olup bu üçüncü hamlede de Gazne ordusu ağır yenilgiye uğrayacaktır.  Böylece Selçuklu en ümitsiz bir zamanda bile Gazne ordusunu 3 Mayıs 1040 itibariyle Dandanakan savaşıyla hezimete uğratıp adını tarihin altın sayfalarına yazdıracaktır. Dile kolay Saman Oğulları’nın yıkılmasının ardından Çağrı Bey önderliğinde ara ara yapılan hamlelerle bir anda Anadolu yeniden güç kazanıp vatanlaşabiliyor. Elbette ki bu sıradan bir hadise değildir. Bu yüzden 1040 Dandanakan zaferi dönüm noktası olup Büyük Selçuklu imparatorluğunun doğuşu gerçekleşir. Öyle bir doğuş ki, Türk göç hareketini de tetikleyecektir. Düşünsenize bir zaman yer darlığıyla göç etmek isteyip te göç edemeyen Türk topluluklar artık bu noktadan sonra rahatlıkla göç edip Anadolu’yu yurt edineceklerdir.  Bu göç seyri aynı zamanda Anadolu’nun fethini beraberinde getirecektir.  Öyle ki, Türklerin ilerleyişi karşısında yerli ahalinin bir kısmı bilerek veya bilmeyerek soluğu batıda alacaktır. Bu kaçış şüphesiz Türk fethinin kansız gerçekleşmesine yarayacaktır. Onlar kaça dursun Anadolu’nun yeni yerli sahipleri Türkler öyle bir nizam kurdular ki;  kendilerine atfedilen tüm ön yargıları yıkıp, gayrimüslimler artık bir noktadan sonra Bizans’tan ziyade Türk idaresini tercih edeceklerdir.

Çağrı Bey muzaffer bir kumandan olmanın ötesinde son derece mütevazı bir liderdir. Baksanıza Dandanakan zaferinin Başkumandanı olmasına rağmen kardeşi Tuğrul Bey’i Selçuklu Sultanı ilan etmekte hiçbir beis görmeyecektir. Sadece Tuğrul Bey mi, elbette ki hayır, bunun yanı sıra diğer kardeşleri arasında görev taksimi yapmayı da ihmal etmeyecek kadar erdem sahibi bir şahsiyettir.  Derken her birinin görev alanları belirlenir de.

İyi ki de Arslan Bey ömrünün son dönemlerinde hapis bulunduğu Kalincar kalesinde ruhunu teslim etmenin akabinde, gözü arkada kalmayacak bir şekilde kendinden sonra yerine emaneti yürütecek kardeşi Mikail oğlu Çağrı ve Tuğrul Beyler devr almışlar. Şimdi o esir kaldığı zindandan ebediyete göç etmiş kabrinde rahat uyuyan hür bir liderdir. Zira emaneti devr alan her iki Bey’de çift başlı Selçuklu kartal kanadının kırılmadığını ispatlayıp tarihe not düşmüşlerdir. Üstelik onlar not düşmekle kalmayıp ‘Bir kilime bir ülke sığar ama, iki padişah sığmaz’ sözünü adeta boşa çıkartırcasına birlik destanı yazmışlardır. Keza tarihimizde buna benzer istisnai uygulamanın bir örneğini Göktürklerde Bilge Kağan ve kardeşi Göl-Tekin ikilisinde, diğer bir örneğini de Orhan Gazi ve kardeşi Alaeddin Paşa ikilisinde pekâlâ görmek mümkün. İşte bu istisnai uygulama devletin birliği ve bekasının saltanat ihtiraslarına baskın geldiğinin bariz bir delilidir.

Velhasıl, ne mutlu benlik ihtirasından sıyrılıp birlik ve dirlik uğruna ebediyete yol alanlara.
Vesselam.
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.