Şu fani dünyada çok düşünmeyeyim, dert edinmeyeyim diye hep kendimi frenlemek istemişimdir ama elimde değil yapamıyorum. Dert edindim, dertleniyorum, sorun haline getiriyorum, sorguluyorum, sormadan duramıyorum. Dedim ya şair değilim ki derdimi mısralara dökeyim, ressam değilim ki resimlerle derdimi resmedeyim. Ama ümidimi kaybetmiyorum. Umutsuz olmak bize yakışmaz ancak olup bitenlere bakınca ümidimi yavaş yavaş azaltıyorum. Bir üstadın dediği gibi "soru ve sorun" edinmeden duramıyorum. Akıl alır gibi değil bir memleketin kaderi sıradan düşünen insanların eline avucuna koyulacak kadar basit değil. Elbette insanlar kentlerini bayındır hale getirmek için çaba sarfederler ama nasıl? Kendi hallerini, mesleklerini, dostlarını ihya edecek neleri var ki kentlerine de katkıda bulunsunlar? Gel de dertlenme! Tıpkı rahmetli Aşık Mahzuni'nin mısralarına döktüğü gibi:

Uzaktan yakından yuh çekme bana
Sana senin gibi baktım ise yuh 
Efendi görünüp bütün insana 
Hakk'ın kulların yıktım ise yuh

Yuh yuh soyanlara
Soyup kaçıp doyanlara
Fakire, yetime, halka kıyanlara
Yuh nefsine uyanlara

Bir bakalım ne olur birazcık olsun dik duralım, korkmayalım, haksızlık ve haddi aşanlara karşı seslerimizi yükseltelim, hiç unutmayalım mektep ve medresede ömrünü geçirmiş ve dünya umuru görmüş insanlar ne kadar da insafsız olsalar da bu kadar hırs ve intikamla hareket etmezler. Vakti zamanın birinde Çin'in Yutan eyaletinde bir "Akıl Okulu" açıldığı etrafa yayılır. Ancak zenginlerden biri burun kıvırarak - hayatımda bu kadar komik bir şey duymadım- diye alay eder. -Bir insan akıllı ise akıllıdır, hiç akıl okulunda okuyup da akıl kazanılır mı?- der. Çok zengin olduğu için dört çocuğunu da okutmamış, kısa yoldan hayata atılmalarını ve babalarının parasına para katmasını düşünmüş. Üç çocuk babasıyla aynı fikirde diğeri ise okumak istemiş. Baba dördüncü çocuğunun haline acır ve aç kalacağını düşünürmüş. Zengin adam dayanamamış ve bir gün gidip akıl okulunu görmek istemiş ve yola koyulmuş. Otuz-otuzbeş gün yol katetmiş ve yolda bir ihtiyara rastgelmiş. İhtiyar âmâ imiş. Âmâ; atlı, zengin adama -nereye gidiyorsun?- diye sormuş. Zengin -akıl okuluna gidiyorum- demiş. Âmâ -benide götürür müsün?- diye sormuş. Zengin adam ihtiyarın âmâ oluşuna acır ve onu atına bindirir, kendisi de yaya yürüyerek Yutan'ın başkentine varırlar. Zengin adam âmâyı tam atından indireceği sırada, âmâ: -Madem iyilik yaptın bari beni şehrin meydanına kadar götür- demiş. Tam meydanda indireceği sırada âmâ adam: -İmdat, bu adam atımı çalıyor- diye bağırmaya başlamış. Yanlarına yaklaşanlar, -utanmıyor musun bu adamın atını çalmaya- demişler. Zengin adam atın kendine ait olduğunu ısrarla söylemesine rağmen kimse inanmamış. Sonunda atı, zengini ve  âmâ ihtiyarı hakime götürmüşler. Hakim: Bir baytar (hayvan hastalıkları hekimi), bir nalbant, bir de saraç getirin demiş. Orada toplananlar şaşkınlık için de mahkemeye doluşmuşlar. Hakim önce Baytara: -Bak bakalım bu at hangi memleketten?- diye sormuş. Çok kısa süre içerisinde Baytar: -Bu at bu kentten değil, uzaklardan (Yutan) gelmiş- der. Sonra Nalbanta benzer soru sormuş. Nalbantta -bu at bu kentte nallanmamış- demiş. Hakim son olarak Saraça: -Bu atın koşumları nasıl eyerlenmiş?- diye sorunca, Saraç: -Bu at burada değil Yutan'da eyerlenmiş- deyince zengin adam donmuş kalmış. Hakim sonunda zengin adama, -Evet bu at senin- deyince zengin adam afallamış ve dayanamayıp hakime sormuş: -Siz ve bu üç insan atın Yutan'dan olduğunu nasıl bildiniz? -Hakim cevabı yapıştırmış: -Ben ve bu üç adam (baytar, nalbant ve saraç) bu şehirdeki Akıl Okulunu bitirdik- diye cevap vermiş.

Dedik ya anlayana sivrisinek saz...

***

İnsanımızı anlamakta hayli zorlanıyorum. Hiç geriye bakmadan, hep ileriye bakmak ne demek? Hiç köksüz bir ağaç gördünüz mü? Geçmişi olmayanın geleceği nasıl olabilir? Nasıl bir tüketim toplumuna dönüşebildik? 50 liralık bir saat ile 500 liralık saatin ne farkı var? İkisi de zamanı göstermiyor mu? En fakirimiz neden son model mobil telefon elde etme çılgınlığına dönüştü? İnsan ile insan olabilmek arasında çok büyük fark var ve bunu anlayan çok insan var. Güneş ışığı, dinlenmek, yürüyüş yapmak, sağlıklı yemek, kendine güven ve arkadaşlar bir insana yetmez mi? Doğru hamle yapmak hayatın her alanında bize ait olan bir sorumluluktur. Neticenin oluşması ise kader boyutu ile ilgilidir. Gelecek tasavvuru denilen şey; niyet, bilgi ve teşebbüsten ibarettir. Acaba hiç kendimize sorduğumuz oluyor mu, bize ne oldu? diye. Bir selamı bile birbirimizden esirgeyecek hale geldik. Yürürken sarp sokakları arayışımız, yemek yerken hiç kimse ile paylaşmak istemeyeşimiz, kazancımızın helal mı haram mı diye sorgulamamamız acaba bizi nereye götürüyor? Batı batı diye tutturduğumuz ve adına batı medeniyeti dediğimiz olgu tümüyle imrenilecek bir medeniyet değil ki. Hatırlayın ilk Almanya'ya gidenlerimizin çocuk ya da torunlarının izne döndüklerinde sergiledikleri tavır ve davranışlar bizi tedirgin etmiyor muydu? Önceleri hep ayıp, kusur dediğimiz hasletlerimiz birer birer kayboluyor. Artık silkinip kendimize gelmemiz gerektiğinin lütfen bilincine varalım. Bu gidişin geriye dönüşü yok. Okuyalım, okutalım daha güzel yerlere gelelim. Helalinden yiyelim, giyelim, iyi arabalara binelim, insan gibi yaşanacak binalarda oturalım. Ama kendimizi sorgulamaktan da geri durmayalım. Kimsenin ne yiyip-içtiginin hesabını biz değil, elbette bir soran olacaktır. Dünya'da en güzel şeylerden biri huzurlu yaşamaktır. Yoksa bulunduğumuz mevki ve makamların sarhoşluğundan kim olduğumuzu unutmanın verdiği gafletle caka satması, israf ekonomisinin bir bireyi olması, ne menem şeydir. İsraf toplumu olduk. Gözlemlediğim en acı ve korkunç durumlardan biri her mekânda sigara içilmesi, bir insan olarak kendini zehirlediği gibi toplumu da, aileyi de zehirlediğinin farkında değil mi? Ayrıca helal ve haramın birbirine karıştığı bir ortamda Ömer Hayyam'ın:

Bir elde kadeh, bir elde Kur'an 
Bir helaldir işimiz, bir haram
Şu yarım yamalak dünyada 
Ne tam kâfiriz, ne tam müslüman

Dörtlüğünün sözle fiil çelişkisini, halimiz ile kalimizin (yaptığımızın) birbirinden çok uzak olduğunu anlatan güzel sözlerden biridir. Başka bir şair de "yamadık dünyamızı yırtarak dinimizden, din de gitti dünya da gitti elimizden ...!" İnanç sağlamlığı açısından problemli bir süreç yaşıyoruz. Çözülen değerler ile birlikte çözülen bir toplum olgusu ile karşı karşıyayız. Düzenin esiri olmak, her alanda sistem tarafından kuşatılmış bizi kasaya mı yoksa masaya mı mahkum ediyor?
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.